Otomatik Portakal - Anthony Burgess Kitap + Film İncelemesi
Herkese
merhabalar. Yeni blogun ilk yazısıyla karşınızdayım. Bu yazıda beni hayrete
düşüren ve ufkuma başka bir boyut katan bir kitabı ve sonradan uyarlanan
filmini ele aldım. Otomatik Portakal başta kitap fuarında karşılaştığım ve
öneri ile aldığım bir kitaptı. Okumadan önce etkileneceğimi düşünsem de bu
kadar farklı ve çarpıcı olacağını hiç düşünmemiştim.
Sınırsız şiddet, argo içeren ve iyilikten uzak yeni bir dünya. Gerçekleşme olasılığının bile içinizi kemirdiği bir distopya yaratılmış. Ana karakterimiz Alex, yanında bir grup arkadaşıyla akıla gelebilecek her türlü acımasızlığın başını çekenlerden. Yardıma muhtaç yaşlı bir adamı dövmek, başı dertte numarasıyla insanların evine girip işkence uygulamak, tecavüz.. Çarpıcı olan bir noktada bunları yapanların sadece 15 yaşında oldukları.
Akıl almaz şekilde caniliği normale indirgeyen ve kullanılan argo dili bile günlük dile uyarlayan bir eser. Başta yadırgasanız da bir süre sonra kitabın dilini benimsiyorsunuz. Olan olaylar sürekli sizi de rahatsız ediyor, bırakmak istiyorsunuz ancak yinede okumaya devam ediyorsunuz. Kitabı sıradanlıktan uzaklaştıran diğer bir özellikte tahmin edileni karşılamaması.
''İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse insanlıktan çıkar.''
Alex'in üzerinde onun iyi birine dönüşmesini sağlamak için bir yöntem uygulanıyor. Ama burada sorgulamamız gereken: 'Yaptıklarımızı kendi irademizle seçmedikçe yapılana iyi veya kötü demek
ne kadar doğrudur? İyiliğe iyilik demek için içten gelmesi gerekmez mi?'
Oldukça fazla psikanaliz içeriyor. İnsan ruhuna dair farklı bakış açıları kazanıyorsunuz. Kitap boyu tüm olanlara rağmen Alex'e bir acıma duydum ama bir yandan yaptıklarına devam etmesi, bu kadar cani olması da başına gelen her kötülüğü hak ettiğini düşündürdü. Kitabın ardından şuan bulunduğumuz toplumu düşündüm. İşlenilen suçlar sonucu verilen cezaları, idam cezasını bunların ne kadar efektif olup olmadığını veya neyi sağlamasının amaçlandığını da bolca sorguladım.
Okuduğum çoğu kitabın bana çok şey kattığını düşünüyorum. Ama bu kitabı farklı kılan aykırılığıydı. Örneğin serseriden farkı olmayan Alex'in klasik müziğe bir tutkusu var. Gün boyu yıkım saçıp evine döndüğünde sakince müzik dinliyor. Aile hayatı da tahmin edileceği gibi kötü olmanın aksine gayet iyi. Ailesi onu oldukça seviyor ve ilgileniyor. Bu tavırları sergilemesi beklenilir değil.
Filme gelirsem, çoğu zaman önerdiğim gibi önce kitabı okuyup sonra filmi seyretmenizi öneririm. Kitap 1962, film 1971 yılında yayınlanmış. Film yayınlandıktan bir kaç yıl sonra 18 yaş sınırı almış. En çok dikkatimi çeken arka fonda neredeyse sürekli müziğin olmasıydı. Kitapta da Alex'in klasik müzik sevgisine vurgu fazlaca vardı ama film de bu hayata da geçirilebilmiş. Kitap okunmadan film izlendiğinde duygusunun tam olarak karşı tarafa geçmeyeceğini düşünüyorum. Kitabı okuyarak karakterleri çok daha detaylı tanıyıp, kitabın diline çok daha iyi adapte olup film izlenirse bence daha çok katkısı olur. Kitap/Film arasında bir seçim yapmam gerekse hiç düşünmeden ben kitabı seçerim. Ama kitaptan sonra filmi izleyen biri olarak filmi izlediğim için oldukça mutluyum. Üzerine daha çok düşünmek ve etkisini en üste çıkarmak isteyenlerin ikisine de bakmasını öneririm.
"Seçme hakkına sahip olmayan kişi kişiliğini yitirmiş demektir."
Yorumlar